top of page

EZBER BOZAN BİR FESTİVAL

Güncelleme tarihi: 14 Oca 2022


Yas ve Ölüm Bilgeliği Festivali kısa bir süre önce Filiz Telek ve Berna Köker Poljak rehberliğinde, kocaman gönüllü bir ekip ve şahane katılımcılarla çevrimiçi gerçekleştirildi. İki gün süren bu festivalde üzeri örtülen başlıklara dair başka hiçbir yerde konuşulamayanlara değinildi; çünkü yas ve ölüm konuları hala birer tabu.

Angela Roma / Pexels

“Yas her zaman müşterek olmuştur; her zaman paylaşılmış ve dolayısıyla geleneksel olarak kutsal bir süreç kabul edilmiştir. Modern zamanlarda yas sıklıkla mahrem bir mesele hâline gelir, altına gizlendiği utanç pelerini ile üzüntümüzü yeraltına iter, bize şifa sunabilecek gözlerden saklanır. Yasın hayatımızdaki yeriyle ilgili ihtiyaç duyduğumuz diyaloğu geri getirmeliyiz. Her birimizin kayıplarımız konusunda bir çıraklık sürecinden geçmesi gerekiyor.”
Francis Weller Etkinliğin web sitesinin giriş sayfasında festival daveti ve niyetlerine dair şunlar yazılı;

Jill Burrow / Pexels


• Birbirimizin ve yaşamın gözlerinin içine bakarak “ölüm ve yas var” diyebilmek;

• Yası ve ölümü hem “normalleştirmek”, hem de kutsiyetini ve taşıdıkları armağanları hatırlamak,
• En çok ıssızlaştığımız, yalnızlaştığımız, sıkıştığımız ve kaçındığımız bu yerden topluluk dayanışmasını deneyimleyebileceğimiz alanları birlikte keşfetmeye doğru adım atabilmek;

• Ölüm ve yasın bilgeliğini, yaşamlarımızdaki kaçınılmaz yerini ve insan olma yolculuğumuzda bizi erginleme işlevini yeniden hatırlamak;

• Kolektif hafızayı tetikleyerek yas ve ölüme dair daha kapsayıcı, şefkatli ve bütüncül bir zihniyeti geliştirmek;

• Yas ve ölüme dair bireysel ve kolektif becerilerimizi pekiştirmek.


Bu kalpten niyetlerle beraber adına neden bir festival denildiğini de anlayabilirsiniz.
Ölüm ve yas konularını yaşamın diğer parçaları gibi kucaklayabilmek ve yok saymadan farkındalıkla ağırlayabilmek için. Tüm ekibin şefkatli ve içten yaklaşımı, böyle hassas bir konuya o kadar değerli bir alan açtı ki, ben şahsen hala etkisindeyim.

Festivalde yüzlerce kişinin paylaşımlarından gözlemlediğim, artık bazı şeylerin daha derin bir yerden dile gelmek istediği idi. Bir arada olmanın (online bile olsa, hatta avantajlarını bir kez daha fark ederek) iyileştirici gücünü iliklerime kadar hissettim.

Hiç tanımadığı kimselere en derin paylaşımlarını yapan canların cesaretinin nasıl bulaşıcı olduğunu gördüm. Yine hiç tanımadığı, bilmediği kimselere aynı anda dua ederek, ''bir olma'' haline tüm benliğimle tanıklık ettim. Sade ve yalın bir halde insan olan yanımızı gördüm orada ve umutla doldum. Belki böyle uzak durulan bir başlık altında ilk akla gelen duygu olmayabilirdi umutlu olmak lakin bende kalan hissiyatı buydu o hafta sonunun.
Kişisel hikayemde atalarımdan gelen ve çocukluğumda pek anlayamadığım ölüm ve yas konularının bendeki hassasiyetinin, nesilden nesile aktarılan “atasal yas” kapısından geldiğini ve birçoklarımızın benzer hikayelerle çevrelendiğini gördüm. Bu idrakla belki daha önce karşılaşmıştım ancak bu sefer bir başkaydı.

Ölüm, hayat kadar yanı başımızda. Döngü bize bu gerçeği mevsimlerle hatırlatıyor. Bizim onu kabul edip teslim olma halimiz, tıpkı mevsim geçişlerinde renk değiştirmeye ve dökülmeye izin veren yaprakların içinden geçtiği hali yansıtıyor. Hayatın içinde böylesine var olan bir gerçeğin üzerini örtmek ya da yok saymak bize pek fayda sağlamıyor. Belki de insanlık yolculuğumuzda en büyük sınavımız budur.

Katıldığım söyleşilerin bir kısmını ayrı başlıklar altında, Yas ve Ölüm Bilgeliği’nin de izniyle burada kısaca paylaşıyorum.

Yakın geçmişte mesela 80 sene önce, ölüm ve yas konularına yaklaşım nasıldı?
- Eskiden topluluk vardı ve ölüme saygı duyulurdu.

YAŞLANIYORUM! - SEVNAZ ŞAHİN
''Türkiye 2000li yılların başından beri hızlıca yaşlanıyor!''
Sevnaz Şahin festivalin ilk günü ‘'İnsan ne zaman yaşlanıyor?'’, ‘'Yaşlıyı ne kadar tanıyorum?'’, ‘
''Ben de yaşlanacak mıyım?'’, ‘'Yaşlanmak istiyor muyum?'’ sorularına kendi deneyimlerinden yanıtlar vererek ve harika bir farkındalık çalışması ile tüm anlattıklarını taçlandırarak, bizlere dopdolu bir saat yaşattı.
TUİK verilerine göre, ülkemizde 65 yaş ve üzeri toplam nüfusun %9.5'ini kapsıyormuş ve bu yaşlı bir ülke tanımı ile denk. (Hatta %10 üzeri çok yaşlı bir ülke olarak sayılıyormuş) Yani yıllarca bize söylenenin aksine, aslında yaşlanmakta olan bir ülke miyiz? Peki bunun için nasıl bir hazırlığımız var? Yaşlılığa nasıl bakıyoruz? Geleceğe dair hayaller kuruyor muyuz? Ben söyleşiye katılana kadar bu soruların cevabını detaylıca düşünmemeyi seçtiğim bir yerdeydim. Tabii ki uzak bir zamanda gerçekleşeceğine inandığım huzurlu bir yaşlılık hayalim vardı ancak oldukça uzak bir yerde idi ve zamanı gelince düşünülmeyi bekliyordu. Çünkü gördüğüm, duyduğum ve bana dayatılan algı (kabul etmek istemesem de), bir yaştan sonra her şeyden elini eteğini çekerek koltuğuna oturmalı ve sessizce ölümü beklemelisin üzerine kuruluydu.

Bu bilgi istemeyerek kabul geliştirdiğim bir konuyu yeniden hatırlamama vesile oldu. Küçükken ilk kez yabancı turistlerin, seksen küsür yaşlarında bile sırt çantalarıyla uzun yürüyüşler yaparak evlerinden çok uzak diyarlarda seyahat ediyor olmalarına çok şaşırırdım ve yaşamlarına dair büyük bir merak duyardım. Şaşkınlığım hem fiziken güçlü duruşlarına hem de hayata dair meraklarınaydı. Ülkemizde görmediğim (ve duymadığım) bir resimdi bu. ‘’Ben de böyle yaşlanmak istiyorum!’’ dediğimi hatırlıyorum. Tabi iki çocukken karşılaştığım bu tablonun nedenlerine o zamanlar anlayamadığım toplumsal ve ekonomik düzlemde bir dolu sebep sayılabilir ve hepsi önemlidir ancak bunun için şimdi ne hissediyoruz ve planlıyoruza dair okları bu ana yönelten Sevnaz Şahin’in sorusu beni biraz afallatı. Bazı sorular geleceğe sorulur ancak cevabı şimdi de gizlidir. Bu soru da öyle bir yerden geldi.

Yaşlılığın için yaşamına şimdi ne ekiyorsun?

Bu soru özelinde yaptığımız çalışma bende büyük farkındalık uyandırdı.

Kaydı şuradan izleyebilirsiniz.

Maria Orlova / Pexels

Peki, Türkiye’de sadece 60 yaş üstüne özel, akademi ve okulların olduğunu biliyor muydunuz?

Bana yaşlılığıma dair boşlukta sallanma şokunu yavaş yavaş bir kenara bıraktıran olumlu bir bilgiydi bu. Dilerim sayıları çoğalır. Çünkü kendimizi her yaşta ve zamanda tam olarak ifade edebildiğimiz bir topluluk içerisinde olmamız bizi iyi hissettiriyor.

İşte o yerler:
· Ege 3. Yaş Üniversitesi
· Tazelenme Üniversitesi
· Yarenlik Sohbetleri – Yolumuzu Aydınlatanlar
· Heredot 3. Yaş Akademisi

''İlgi ve merak olduğu sürece de bireysel adımlarda farklılaşabilmek mümkün.''


GÜZEL ÖLME HAKKI - KEMAL SAYAR

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Türk psikiyatri hekimi, yazar
M. Kemal Sayar güzel ölme hakkını savunarak, ölümün tıbbileştirilmesi konusunda bazı eleştirilerini dile getirdi.

‘’Batı’ya göre ölümden hep kaçarız, yok sayarız. Hastalıklara hep savaşırız, hepsi bizim düşmanımız olur ve atlatılan koşullardan sonra ''savaşı kazandık!'' deriz!’’
Kemal Sayar’a göre ruh erginliğinin önüne geçmemeli ve insan olarak sınırlılığımızı kabul etmeliyiz. Bitişlerle yavaş yavaş hemhal olmak, belki bir şeyler okuyarak ya da konuşmaya, paylaşmaya başlayarak bu gerçeği hatırlamaya yer açmalıyız. Çünkü aslında bu süreci topluluk desteği ile geçirmeye ihtiyaç duyuyoruz.

Söyleşinin kaydını şuradan izleyebilirsiniz.

Rachel Claire / Pexels



YASIMA ŞEFKATLE NASIL YAKLAŞIRIM? - BURCU BAĞIRAN Şefkat duygusunu uyandırabilmek için önce içinde bulunan hisse doğru bir tanım bulmamız gerekir.
Ancak çoğumuz bize sadece nasılsın diye sorulduğunda bile benzer kalıplarla cevap veriyoruz; çünkü hislerimizle bağlantı kuramıyoruz.

Burcu Bağıran söyleşisinde “nasıl hissediyorsun?” sorusuna karşılık duygularımızla bağ kurabilmemiz için bizimle duygular listesi paylaştı ve ihtiyaç duydukça açıp bakmamızı önerdi. Hatta kendisinin uzun bir süre bu tabloyu ekran görüntüsü olarak kullandığını belirtti. (Hatırlamak için güzel bir öneri!)

‘’Hislerimizi tanımlayacak kelimelerin farkında olmak beraberinde bu hislerin karşılığında karşılanmış ve/veya karşılanmamış ihtiyaçlarımızı fark etmemize vesile oluyor. Bu da bizi ‘’içimizdeki hayatın canlı ifadesi’’ olarak tanımlanan ihtiyaçlar listesine götürüyor. Böylece her ne yaşıyorsak sürecimizde ihtiyaçlarımızın hem bedenen hem de ilişkilerimizde kendilerini nasıl gösterdiklerini ve ifade ettiklerini fark ederek dönüştürme ve sağlıklı bir kanaldan ilerleme farkındalığını kazanmış oluyoruz.’’

Bu söyleşinin ardından şiddetsiz iletişim metodunu detaylıca öğrenmek istedim. Şimdi, kendime nasıl hissediyorum diye sorduğumda; sadece iyi değil; büyülenmiş, açık kalpli ve şükran dolu diyebiliyorum.

Söyleşinin kaydını şuradan izleyebilirsiniz.


ANADOLUNUN YASLARI - BERİVAN ASLAN SUNGUR
Berivan Aslan Sungur'un hikayesi tam da dediği gibi; “Bir çoklarımızın hikayesi...” Bu başlık bana ayrı bir yerden dokunduğu için kelimelerim yetersiz kalıyor. Paylaşılanlar çok derin ve önemli bir yere hizmet etti. Sanırım dinleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Dediği gibi; ‘’Hakikat yasımızı tutmamızı, iyileşmemizi istiyor.


YASA ÇIRAKLIK ETMEK – FRANCIS WILLER

‘’Ölüme nasıl yaklaştığımız, yası nasıl yaşadığımız ile ilgili.’’

The Wild Edge of Sorrow kitabının yazarı Francis Weller, oturumunda kitabında bahsettiği yasın beş kapısından bahsetti. Yası vahşi bir şey olarak tanımlayan Weller; ‘’sanki içinize öldürücü olmayan ama vahşi bir hayvan gelmiş gibi düşünebilirsiniz ve sadece onu bastırdığınız zaman zorlanırsınız.’’ dedi.
Bu tanım bende çok derin bir yer buldu.

Yasın ilk kapısı geçicilik gerçeği üzerine. Kimse için bir istisna yok. Esasen, ''her şey bir hediyedir ve hiçbir şey kalıcı değildir.'' En güvenilir olan değişimdir çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.
İkinci kapı hayatımızın en uzak kıyılarına sürgün edilmiş parçalarımızla ilgilidir. Farkında olarak veya olmayarak en uzaklara gönderdiğimiz, üzerini örttüğümüz, sakladığımız sakındığımız parçalarımız.
Bu parçaları farkındalıkla dinleyebilmek ve şefkatle kabul etmek nasıl olurdu?
Üçüncü kapı; dünyanın kederi. Weller'a göre bilinçli olarak fark etsek de etmesek de, türlerin, habitatların ve kültürlerin yok olması psişemizde not edilir. Taşıdığımız kederin çoğu kişisel değil, ortak, toplumsaldır.’’ Bu dünya bizim evimiz ve dünyanın acısı bizim acımız. Günümüzün hızlı temposunda, büyük şehirlerde büyük işler başardığımızı varsaydığımız ve doğadan kopuk yaşantılarımız içimizde bir boşluk yaratıyor. Dağların, suların, toprağın kederini onurlandırmak için ne sıklıkta ara veriyoruz? Ne sıklıkla duruyoruz, dinliyoruz ve tefekkür ediyoruz. Belki işe bu soruyu sormakla başlayabiliriz.

‘’Toprakla olan bağımızı hatırlamak, bedenlerimizi ve ruhlarımızı iyileştirmemize yardımcı olur.’’

Dördüncü kapı beklediğimiz, umduğumuz ve bulamadıklarımızla ilgili. "Bir şeyin eksikliğine dair derin duygularımız, kişisel bir başarısızlığın değil, bize beklediğimiz şeyi sunamayan bir toplumun yansımasıdır.’’ der Weller. Geçmişimizde büyüklerimizin anlattığı ve benimde çocukluğumda deneyimlerimi hayal meyal hatırladığım şey topluluk bilinci içerisinde güvenle, dayanışmayla hediyelerimizi ortaya çıkarmamıza yardımcı bir zaman içinde olmamızla ilgiliydi.

Günümüzde ise böyle değil. Geçmişe kıyasla çok daha izole ve mekanik bir yaşam sürüyoruz. ‘Topluluğumuza’’ bize dayatılan meslek dışında nasıl katkıda bulunabileceğimize dair bir keşfimiz olamıyor. Peki olabilseydi nasıl olurdu?

Beşinci ve son kapı atasal yas kapısı; bildiklerimizin ötesinde ve daha da derinlerden, atalardan miras taşıdığımız bir yas. Anadolu'nun Yasları söyleşisinde içinden geçtiğimiz süreç tam olarak bunu anlatıyordu. Onları onurlandırmak için daha çok konuşmalıyız belki de. Hikayelerini yakından tanımaya zaman ve emek harcamalıyız.

Kapılara ve içinden geçilen deneyimlere aşina oldukça, insan olarak deneyimimize bir tanım bulmanın rahatlatıcı bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. Bizi son derece zarif bir şekilde kollektif olarak iyileştirmeye yönlendiriyor.

YAS RİTÜELİ - ALİYE BURCU ERTUNÇ

Aliye Burcu Ertunç yası tutulmamış hikayelerin görünür kılınması niyetiyle açtığı çemberde, yas sürecine yardımcı olabilecek bir pratikler paylaştı ve ardından bizi bir yolculuğa çıkardı. Oradaki deneyimim bana kalsın ancak çalışmanın kendisi kadar altını çizmek istediğim bir diğer konu, her şeyin başından sonuna ekipçe büyük bir hassasiyetle ve özenle ele alınmasıydı.

Bu söyleşilere dair paylaştıklarım, dopdolu bir programın sadece bir kısmı. Yeniden izleyebiliyor olmak daha da büyük bir hediye.
Dilerim, ihtiyaç duyan herkese ulaşır ve daha çok paylaşılır, konuşulur.

Berna Köker’in kapanışta dediği gibi;
“Bitiş değil, yeni başlangıcımız hayırlı olsun.” 🤍



Son olarak…
Tüm söyleşilerde bir sürü şahane kitap ve film önerileri paylaşıldı. Jose Saramago'nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş ve Stephen Jenkinson'ın Bilge Öl kitapları öncelikli okuyacaklarım arasındalar.
Kemal Sayar'ın konu ile ilgili önerisi Ernest Becker'in kitabı The Denial of Death idi.
Vamık D. Volkan'dan Gidenin Ardından ve Şengül Hablemitoğlu'ndan Yas Uzun Bir Veda yine önerilen kitaplar arasındaydı.

Yazan: Sevda Karayalçın



 
 
 

Comments


Post: Blog2_Post
  • Youtube
  • Instagram
  • Spotify

Sevda Karayalçın Yoga © 2021 | All Rights Reserved

bottom of page